Yaşlarınla Filizlen

Bir esinti geliyordu gülüşünden,
Henüz ben ürpermemiştim,
Gıdıklanıyordu tenin saçların estikçe,
Güneş kaçmaya çalışıyordu binaların arasına.
Kediler korkuyordu sana gözükmekten,
Belki onlara kızarsın diye.
Kırılmaktan korktu garsonlar,
Kırılmaktan korktu bardaklar.
Çayımı konuk etmedin yüreğine.

Güzelliğine anlam yükleyebilirdik kayalıklardaki martılarla,
Tenezzül bile etmediler korkularından.
Bu kaçıncı itirafın diyebilirlerdi bana,
Aldırmadım çay tabağımdaki eriyen şekerimin kıvranışına.

Güzelliğin umurumda değildi,

Ardındaki ağaçta serçelerle göz göze geldim,
Saçlarının arasından gülümseyen Güneş\’i izledim,
Veda eder gibi ağlıyordu alnındaki terde.
Kirpiklerini yakarken o veda damlası,
Kirpiklerinin üzerine bir yer sofrası kurup edebiyat yapmayı hayal ettim.

Sanki hala doğmamış bir çocuk gibi huysuzdun,
Tüm insanlardan nefret ediyor,
Kedilerden, başıboş köpeklerden kaçıyordun.
Bir doğsan doktorun kucağına,
Mutluluktan saatlerce ağlayacağından habersizdin.

Herkesin uyuduğu kuytu vakitlerde; yorgan altında sedir,
Uyandığında ise bir balık kadar temizdin.

Kollarının üzerinde ıslak bir özlem kadar yıllanmış,
Damlanın üzerinde birikmiş kızgınlık kadar öfke kokuyordun.
Kokladım gizlice kolların arasında boğduğun çocukluğunu,
Boynundaki her bir çizgide buldum kaybolduğun hayatı.

Kusursuz hayallere hükmettiren her bir kalp,
Zincirlerin arasından uçuşan tufansın.
Bir müsaade etsen cennetine,
En güzel dansları edebilirsin bulutlarında.
Bir müsaade etsen kirpiklerine,
Onlara sarılıp da üşüyen çıkmaz.
Büyüdükçe atarsın battaniyeyi de,
Yaşlanmadan ek odunlarını yaş çukuruna.

Sal gitsin şiirlerini bahçelere,
Filizlensin naif kalplerin hoş kokan sevgileri.
Ancak öyle yaşlanır çiçekler,
Ağaçlanır yaş çukurunda.

Bir sonbahar kızına âşık olmak isterdim,
Kendim için değil, gülistanın için.
Yaprakları kırılgan, kökleri kuru,
Göz çukurlarımızdan düşecek her damlalarla beslerdim onu.
Gölgesinde dinlenirdik savaştan yorulduğumuzda.
Evet, o amcadan bahsediyorum.
Kestane pişiren amcanın tezgâhının gölgesinde alırdık soluğu,
Burnun kıpkırmızı olur eldivenlerini giyerdin.
Bir de yağmur yağardı hafiften.
Gözlerin hûn çalardı bir keman eşliğinde,
Dudaklarınla düet yapardın.
Bense solo.

Eray Dedik